🐏 Etrak I Bi Idrak Türk
Gökalp, Osmanlıların Türkleri ‘etrak-ı bî-idrak’ şeklinde tanımladıklarını ve aşağıladıklarını vurgulamak suretiyle, Cumhuriyetin ilk yıllarında geliştirilmeye çalışılan seküler temelli Türk ulusçuluğunun meşrulaştırılması için oldukça işlevsel bir malzeme sunmuştur.
Osmanlı’nın aslında Türk olmaktan hoşnut olmadığını, "Etrak-ı bi idrak" (İdraksiz Türkler), "Etrak-ı na pak" (pis Türkler), "bed lika Türk" (çirkin Türk), "baği Türk" (haydut Türk) diyerek Türkleri aşağı gördüklerini söyleyenler haklı mı?
Bir daha bu millet, kendisini "Nadan Türk, Etrak-ı Bi İdrak Türk" diye aşağılayan bir devlet anlayışının altında ezilmesin. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün dediği gibi; "Benim doğumumdaki tek fevkaladelik, Türk olarak dünyaya gelmemdir."
İştebu konuyu dile getiren Koçi Bey, Türk’ü Müslüman anlamında kullanarak ve hür insanların bu teşkilâta alınmalarını tenkit ederek şöyle demektedir: “80. Kânûn ve zabt ve edeb ahvâllerinden evvelâ iç oğlanları kadîmü’l-eyyâmdan devşirme veyâhûd sahîh kul cinsi pîşkeş ola-gelmişdir. Şimdiki hâl ise
Ama bugünle Atatürk dönemi arasındaki muazzam fark şu ki, o zamanki TTK, tarih boyunca Osmanlı tarafından “Etrak-ı bî idrak” (kafasız Türkler) diye aşağılanmış Türk’ün bir pozitif kimlik, bir özgüven kazanması için masallar uyduruyordu. Bu, o dönem için fevkalade doğaldı.
Türkçülükhareketi 1908 Devrimi ile su yüzüne çıktı. O güne değin “Etrak-ı bi İdrak” (İdraksiz Türkler) olarak adlandırılan Türkler ulusal bilinçlenme düzeyi olarak çok geride idiler. Osmanlı yönetimleri onlara daima ikinci sınıf insan muamelesi yapmışlardı.
Etrakı bi idrak Türkler. Binbirsurat Gladyo ve Komünistlikten Zerdüştlüğe PKK: MATRUŞKA. GENELKURMAY ARŞİVİNİ KİM ÇALDI? FARUK ARSLAN. 1 Kimdir? Toronto’da York Üniversitesi’nde Liberal Sanatlar ve Profesyonel Eğitimleri Honour Sosyoloji alanında mezun oldu.
Ljk7hCJ. tarafından GökBörü Çarş. 23 Ocak 2013 - 313 Ortada bir iddia varsa, bir de onun karşı iddiası olmalıdır. Olmalıdır ki, Gerçekler ortaya çıkabilsin. İşte gerçeği arayanlara, “Etrâk-ı bî idrâk = İdrâksiz Türkler...”Bu ve benzer konulardaki anlayışımızı tekrar edersek, görüşler iddia ve karşı iddiaları ile birlikte sergilenmekte ve karar okuyanın bilgi-deneyim ve özümsenmesine ki, Su –bilgi- döküldüğü kabın şeklini almakta, rüzgara ıslık çalınmamaktadır!...Konuya aşağıda uzun yıllardır Web ortamında dolaşan ve Halk Âşıklarına ait olduğu düşünülen bir dörtlük dörtlük gerçeğinde diğer örneği ile birlikte vergi konusunda bir serzeniş olarak dile iddialarda görüleceği gibi, kasıtlı veya bilmeden değişik maksatlarla kullanılmaktadır....Osmanlı toplum düzenini eleştiren âşıklardan Anonim serzenişler;Şalvarı şaltak OsmanlıEğeri kaltak OsmanlıEken de yok biçen de yokYiyende ortak OsmanlıYine, Zileli Talibi’ninTalibi’yim kurtulmadım çiledenMültezimler öşür alır kiledenEn doğrusu kaçmak imiş Zile’denHiç gelmemek Nurun ala nur imiş 1Dizeleri de Osmanlı döneminde baskı ile vergi alınışını dile getiren söyleyişlerin en açık örneğidir. 2...“Modern Türkiye’nin Tarihi” İsimli eserin yazarı Bernard Lewis bu konu bakınız ne demektedir?-“Türk kimliği yönetimin merkezi olan İstanbul’dan uzak, savaştan savaşa asker toplamak için anımsanan, Anadolu köylerinde kapalı bir kültür içinde dili ve töreleri ile yaşamıştır. Zaman içerisinde Türk yöneticisine o denli yabancılaştırılmış ki, kimi kez Osmanlı efendisine Türk demek hakaret sayılmış. “Türk” sözcüğü, Anadolu köylüleri için, ve üstelik onları aşağılamak ve küfür yerine kullanılır olmuş. Irki bir anlam taşımayıp, sadece cahil köylüleri aşağılamak için söyleniyor...Günümüzden ilginç bir örnek ;-“Ulan öküz Anadolulu Sana mı kaldı?”CHP’nin Tek parti dönemindeki Ankara Valisi Nevzat Tandoğan, sert ve otoriter bir yöneticiydi. Atıyla ve elinde kırbacıyla Ankara sokaklarında adam dövdüğü bile Ali ile Nihal Atsız’ın dergi köşelerinde başlayan ve Atsız’ın Başbakan Saraçoğlu’na yazdığı ünlü mektupla hareketlenen sokaklar belki de ilk kez sağ ile solu karşı karşıya getirmişti. Cumhurbaşkanı İsmet Paşa ise hem sağa hem de sola darbe vurma Türkçülük günü olarak kutlanan 3 Mayıs günü milliyetçi gençler Ankara adliyesine gelirken ve mahkeme çıkışı gösteriler yapmışlar ve başbakanlığa kadar yürümüşlerdi. Bu gösterilerin başrolündeki isimlerden biri de Osman Yüksel Serdengeçti’ydi. Serdengeçti polis tarafından yakalanmış ve Ankara’nın valisi ünlü Nevzat Tandoğan’ın huzuruna Tandoğan’ın eylemci Serdengeçti’ye söylediği söz Türk siyasi yaşamının unutulmazları arasına öküz Anadolulu! Sana mı kaldı Türkçülük? Bu memlekete komünizm de lazımsa biz getiririz Türkçülük lazımsa da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var. Birincisi çiftçilik yapmak, ikincisi çağırdık mı askere gelmek!” 3...Aziz Nesin'in Halkımızın zekası ile ilgili,-"Türk Milletinin yüzde .....!" Yarı mizahi ifadesini; hatta kimi yazarların,-"Göbeğini kaşıyan adam!" ifadelerini kullanmadan,İddia ile ilgili alıntı metin aşağıda verilmektedir.**“Etrâk-ı bî idrâk = İdrâksiz Türkler...”“Atatürk de bir hatırasını şöyle anlatıyor;”Orduya ilk katıldığım günlerde, bir Arap binbaşısının Kavm-i Necip evladına sen nasıl kötü muamele yaparsın’ diye tokatladığı bir Anadolu çocuğunun iki damla göz yaşında Türklük şuuruna erdim. Onda gördüm ve kuvvetle duydum. Ondan sonra Türklük benim derin kaynağım, en derin övünç membaım oldu. Benim hayatta yegâne fahrim, servetim, Türklükten başka bir şey değildir.” Türk ve Türklük, Türk Standartları Enstitüsü, Gökalp, Türkçülüğün Esasları adlı eserinde şu bilgileri veriyor;”Bu milletin yakın zaman kadar kendisine mahsus bir adı yoktu. Tanzimatçılar ona Sen yalnız Osmanlısın. Sakın başka milletlere bakarak sen de milli bir ad isteme! Milli bir ad istediğin dakikada Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına sebep olursun’ demişlerdi. Zavallı Türk, vatanımı kaybederim korkusu ile Vallahi Türk değilim. Osmanlılıktan başka hiç bir içtimai zümreye mensup değilim’ demeye mecbur edilmişti” İmparatorluğu genişledikçe, yüzlerce milletleri siyasi idaresine aldıkça idare edenlerle idare olunanlar iki ayrı sınıf haline geliyorlardı. İdare eden bütün kozmopolitler Osmanlı sınıfını, idare olunan Türkler de Türk sınıfını teşkil ediyorlardı. Bu iki sınıf birbirini sevmezdi. Osmanlı sınıfı kendini millet-i hakime egemen ulus suretinde görür, idare ettiği Türklere millet-i mahkure aşağı ulus nazarı ile bakardı. Osmanlı Türk’e daima eşek Türk derdi…” Rıfkı Atay, Batış Yılları adlı eserinde şunları yazıyor”Kendime ilk defa ne zaman Türk dediğimi pek hatırlamıyorum. Bizim çocukluğumuzda Türk, kaba ve yabani demekti. İslam ümmetinden ve Osmanlı’ idik. İlmihallerde baş dersimiz Din ile milliyetin bir olduğunu’ öğrenmekti. Vatan sözü yasaktı. Onu ben büyüyüp de Namık Kemal’i okuduğum günlerde kitapta gördüm. Kulağımla ancak Meşrutiyet’te duydum. Padişah kulları idik. Okul çıkışlarında her akşam sıraya girer, Padişahım çok yaşa’ diye bağırırdık.… Okullarda da Arab’a Arap, Arnavut’a Arnavut, Rum’a Rum, fakat kendimize Osmanlı derdik.”Ahmet Vefik Paşa, Bursa Valisi iken 1880 ilçeleri teftişe uğradığı bir ilçede, halkla sohbet ederken, etnik kökenlerini soruyor; aldığı cevaplar, konuştuklarının Çerkez, Arnavut, Boşnak, Gürcü vb. olduklarını gösteriyor. Sorduğu soruya utanarak, cevap vermek istemeyen bir ihtiyara, ”hangi milletten” olduğunu ısrarla söyletmek isteyince, o, bir kabahat ifşa ediyormuş gibi ürkek, titrek bir sesle, ”Ben Türküm Efendim” diyor. Bunun üzerine Paşa ”Niçin sıkılıyor, saklanıyorsun? Türk olmak kabahat mı? Bak ben de Türküm” diyor. O titrek ihtiyar birden canlanarak, ”Sahi sen de Türk müsün? Demek Türk’ten Paşa da olurmuş ha” diye sevinçle karışık hayret ifade edince, Vefik Paşa ”Paşa da kim oluyormuş, Padişah da Türk, Padişah da” diye haykırıyor. Sonra, imparatorluğun iki dertli ihtiyarı, sakallarını ıslatan yaşlar birbirine karışarak sarılıp, Türkün hazin kaderi için ağlaşıyorlar.Türk ve Türklük, Türk Standartları Enstitüsü Yayını, Fuzuli bir şiirinin son beytinde şöyle diyor;Fuzuli, gökten yere insen sana yer yokYürü var gel, ya Araptan ya AcemdenNot Vural Savaş’ın, Milliyetçilik Neden Şimdi? adlı kitap için yazdığı makaleden bize çocukluğumuzdan beri empoze edilen tarih öğretimiyle de Osmanlının torunları olmakla gurur duyarız. Peki Osmanlı da Türk olmakla gurur duyuyor muydu ya da kendini Türk olarak görüyor muydu? Bu sorunun kesin cevabı Osmanlı’nın kendini Türk olarak nitelendirmediği hatta Türk kelimesinin anlamının Osmanlı için bir aşağılama terimi için Türk’ün sözlük anlamı idrak-ı bilhak anlayış yoksunu,cahil idi. Eğer birçok kişi merak edip Osmanlı belgelerini incelerse Osmanlı hanedanının birçok yazılı belgede özmü öz Türkmen soyundan geldiği halde kendini Türk olarak nitelemekten itinayla kaçındığını şudur ki Osmanlı hanedanı biraz da saltanatının diğer soylu Türk ailelerince de tehdit edilmemesi için özellikle devletin üst kademelerine ve orduya Türk soylu halkın geçişini tamamen engelleme yoluna gitmiştir. Bunun yerine devlet adamı ihtiyacını Avrupa ülkelerinden 7 yılda bir ve her bölgeden en az 40 kişi olacak biçimde, 12-15 yaşlarındaki sağlıklı ve akıllı çocukları ailelerinden zorla koparıp enderun ve yeniçeri ocağında yetiştirerek karşılama yoluna gitti. Yani bahtsız Anadolu Türklüğüne kendi soyundan gelen bir devlette hem ordu hem de devlet yönetimi yolu kapanmış Devleti’nin gerileme dönemine kadar son Türk soylu sadrazamı Çandarlı Halil Paşa idi ve oda devşirme kökenli vezirlerin de etkisiyle Fatih Sultan Mehmet tarafından boğdurulmuştur. Böylece Osmanlı Devletinde başta sadrazamlık olmak üzere üst düzey yönetimi, Türk kökenlilerin elinden çıkıp Hristiyan kökenli devşirmelerin eline devşirmelerin ortak yönü şudur Bu devşirmeler analarından, babalarından, kardeşlerinden, yurtlarından zorla sökülüp alınmış mutsuz kişilerdir. Daha çocuk yaşlarında aile ve yurtlarından alınmış bu devşirmelerden çok az sayıda olanı Osmanlı’yı ve İslam’ı tam olarak benimsemiş ve hayatları boyunca kin ve nefret duygularıyla dolu olarak bu nefretlerini Anadolu Türk halkına eziyet ederek açığa Devleti’ni yöneten devşirmelerin büyük çoğunluğu Anadolu Türklerini sürekli olarak aşağılamışlar, ellerine güç geçtiğinde asıp keserek malını, canını, ırz ve namuslarını ellerinden alarak yapmadıkları rezillik bırakmamışlardır.* Hırvat kökenli devşirme sadrazam Kuyucu Murat Paşa, Güney Doğu Anadolu’da Kızılbaş Alevi Türkmen’i öldürmüş ya da diri diri kuyulara doldurmuştur. Aman dileyen Anadolu insanına Kuyucu’nun yanıtı ”Vurun şu pis Türk’ün başını olmuştur!”*Osmanlı sarayının devşirme yazarlarından Hafız Ahmet Çelebi’nin 1499 yılında yazdığı şiirin bir kıtası şöyledirSAKIN TÜRK’Ü İNSAN SANMABİR AN BİLE OLSA TÜRKLE OLMATÜRK ELİNE ŞEKER OLSA, O ŞEKER ZEHİR OLURTÜRK’ÜN BAŞINI KESERKEN SAKIN GAM YEMEBABAN BİLE OLSA TÜRK’Ü ÖLDÜR.*Fatih Sultan Mehmet’in sadrazamı Mehmet Paşa, Rum çocuğu bir devşirmeydi. Bu nedenle kendisi Rum Mehmet Paşa olarak anılırdı. Osmanlı’nın Karaman seferindeki kıyımın ve talanın durdurulması için padişaha yalvarmaya gelen yaşlı Türklere Rum Mehmet Paşa şu yanıtı verir.”NİCE SIZLARSINIZ AKILSIZ TÜRKLER! VATANIMIN, IRKIMIN ÖCÜNÜ SİZLERDEN KARAMAN ÜLKESİNDE ALMAYA MUVAFFAK OLDUM”Bu tutum ve koşullar içerisinde "Türk" kimliği yönetimin merkezi olan İstanbul'dan uzak savaştan savaşa asker toplamak için anımsanan Anadolu köylerinde kapalı bir kültür içinde dili ve töreleri ile içinde "Türk" yöneticisine o denli yabancılaştırılmış ki kimi kez "Osmanlı Efendisine Türk' demek hakaret sayılmış" "Türk" sözcüğü Anadolu köylüleri için kullanılır alındıktan sonra Osmanlı yönetiminde devletin en yüksek yürütme organları Türk’e kapalı tutulmuş devlet adamlarının yetiştirildiği Enderun okullarına Türkler alınmamışlardır. İstanbul'un alınmasından 4. Murat'ın ölümüne dek geçen 187 yıl içinde devşirmelerden 66 Türk kökenlilerden de 10 kişinin sadrazamlığa atandığını aynı dönemde devşirmelerin toplam 167 yıl Türk kökenli sadrazamların da 17 yıl görev yaptığı gerçeği Türklere yaklaşımı gösteren ayrı bir kanıttır. Padişahlar yakın korumalarını da hep devşirme kul-köle olanlardan yönetiminin bu tutumuna karşın halk da kendi arasında birlik ve beraberlik içinde değildi. 12. yüzyıl ortalarında Ahmet Yesevi 'nin kurduğu; Türk geleneğini dilini ve kültürünü Şamanlık ile bütünleştiren Bektaşilik gibi tarikatlar Anadolu'da yayılmaya başladı. Bir taraftan Yesevi yanlısı ve Türk kimliğini taşıyan tarikatlar yayılır iken öte yandan da Sünni İran kültürünü benimseyen Nakşibendi Tarikatı yeniliklere karşı koyma alışkanlığını güden Zeyni Tarikatları ve Fars diline önem verdiği için daha çok aydınlar ! arasında yayılan Mevlevilik yaygınlık gösteriyordu. Bu tarikatlar içinde Türk kökenli olanları doğal olarak Arap kültürü görmüş olan medreselilerce aşağılanmaya çalışıldı. Bu koşullar altında Türk halkı kendi yurdunda aşağılanmış oldu. "Kaba Türk" "Anlayışsız Türkler" "Pis Türkler" gibi önyargılar dönemin özelliklerinden konuya ayrıca da açıklık getirmek koruma ya da hassa kısmındaki askerleri,Köle devşirme koluna ait olan özü Türk özel yetenekli insanlar bu kurumda yer kayıtları yıldız sarayı defteri kayıtlarında bulunmaktadır. 2. Meşrutiyet ilanından sonra bu insanlar ve aileleri takibata uğramış birçoğu asılmış birçokları da canını kurtarmak için İstanbul’dan firar ilanından sonra sağ kalabilen bu insanların takibatları bizzat Atatürk tarafından Türklere bakış açısı şiirlere de yansımıştır,"Türk değil mi Merzifon'un eşeğiEşek değil köpekten de aşağı “Türkün verdiği yanıt!“ Şalvarı şaltak Osmanlı,Eğeri kaltak Osmanlı,Ekmede yok biçmede yok,Yemede ortak Osmanlı “Osmanlının Anadolu Türklerine yaptığı zulümüm listesi daha böyle uzar gider. Biz ise kendimizi, kendini Türk saymayan hatta Türklüğü aşağılayan bir hanedanın ve devletin torunları olarak görmeye hala devam ediyoruz...” 4**-“Türk’ün horlanması” ile ilgili olarak iddialar virgülüne dokunmadan ve yorumsuz olarak yazıda, karşı iddialar ve cevapları edecek...[Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]Resim; Mahir Kocatürk Tekke Şiirleri Antolojisi Kaygusuz Abdal-Nefes. Ankara 1968 155.2 çukurova üniversitesi türkoloji araştırmaları merkezi 3Kaynak; Bizim hep inanmamızı istediler, Gürkan Hacır, sahife, 2004Web ortamında bu anlamda çok yazıda iddia dolaşmaktadır. Alıntı, ismi verilen adresten alınmıştır. [Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Önemle ifade edelim ki, yabancı tarihçiler Türk kelimesini Müslüman tabiri ile eş anlamlı olarak kullanmışlardır. Osmanlılardan bahsederken Türkler dedikleri gibi, Fâtih’den veya Osmanlı Padişahlarından bahsederken de Büyük Türk tabirini kullanmaktadırlar. Zamanla Türk ve Müslüman kelimeleri Müslüman dünyada da eş anlamlı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Nitekim şu anda Arnavutluk gibi Balkan Müslümanları, “Hangi dindensin?” sorusuna, “Elhamdülillah Türk’üm” cevabını vermektedirler. Pakistandaki sözlüklerde de, Türk kelimesi açıklanırken, “mahbûb ve müslim” kelimeleriyle açıklanmaktadır. Bu kısa izahdan sonra Osmanlı kaynaklarındaki ve Kanunnâmelerindeki izahlara geçebiliriz. Evvela, özellikle hakkında en çok dedikodu edilen Fâtih devri Kanunnâmelerinde, Türk tabiri, tamamen Müslüman kelimesine eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Mesela, Fâtih’in Ceza Kanunnâmesinde, “15. Eğer biregû hamr içse, Türk veya şehirlü olsa, kadı tazir ura. iki ağaca bir akçe cürm alına”. Yani, bir kişi içki içse, Müslüman Türk Müslüman manasına kullanılmaktadır ve şehirlü olsa, hadd-i şirb olarak vurulacak olan 80 sopanın yanında para cezası alınması emr olunmaktadır veya sopa cezası uygulanmadığı takdirde para cezası uygulanacaktır. Bir diğer misâl, Yeniçeri Kanunnâmesinde bulunmaktadır 37. Maddede Türk evlâdının acemi oğlanları arasına ve dolayısıyla yeniçeri teşkilâtına alınmasına karşı çıkılırken, buradaki Türk’den kasdın Müslüman olduğunu biliyoruz. Zira başlangıçta, Müslüman gençler bu teşkilâta alınmamaktadırlar. Nitekim 38. Maddede “…kâfir evlâdın cem’ eylemekte fâide odur kim…” diye izah getirilmektedir. Burada şunu da belirtmekte fayda vardır ki, kapı kulu ocaklarına Müslümanların alınması baştan beri yasaktır. Gerçekten bu kural çiğnenmeye başlanınca, sistem bozulmuş ve bazan paşaların çocukları dahi torpille kapı kulu ocaklarına alınır olmuştur. İşte bu konuyu dile getiren Koçi Bey, Türk’ü Müslüman anlamında kullanarak ve hür insanların bu teşkilâta alınmalarını tenkit ederek şöyle demektedir “80. Kânûn ve zabt ve edeb ahvâllerinden evvelâ iç oğlanları kadîmü’l-eyyâmdan devşirme veyâhûd sahîh kul cinsi pîşkeş ola-gelmişdir. Şimdiki hâl ise ekseri İstanbul’un şehir oğlanları ve Türk ve dahi Kürd ve Ermeni ve Arab ve Çingâne ve Yehûd oğlanları olub on oğlandan bir sahîhce devşirme veyâhûd kul cinsi yokdur. Bu takdîrce ol makûle oğlanlar taşraya çıkub Kul tâ’ifesine zâbit olub ağa oldukda veyâhûd bir memlekete vâlî olduklarında ahvâlleri malûm ve ehl-i basîret katında hafî değildir. Nümûneleri dahi görülmüş ve görülür. İmdi eğer bu makûle eşhâs-ı muhtelife Saray’a kullanmak câ’iz olsa idi, selefde olan sâhib-i ukalâ-i devlet devşirme ve kul cinsini kânûn etmezlerdi. Hemân İstanbul’dan ve sâ’ir kasabalardan buldukları eşhâsı alub pîşkeş deyû Saray’a koyarlardı.” Koçibey’in, Kapıkulu ocaklarındaki sistemi bozan sebepleri anlatırken Kapıkuluna yasak olduğu halde son zamanlarda alınan grupların arasında yer alan Türk, Kürd, Arab, Yahudi ve Çingene’yi yan yana zikretmesi, Türk’ü Çingene ve Yahudi ile eş tutması manasına alınamaz. Böylesi bir yorum, kapıkulu sistemini bilmemek demektir. Yukarıdaki ifadeler çok açık bir şekilde bunu anlattığından dolayı, meselenin üzerinde durmak istemiyoruz. İkinci olarak, Osmanlı Devleti, yeniçeri olmak üzere toplanan gençlerin acemi ocağında eğitilmesinden evvel, Müslümanlaştırmak ve Türkçe öğretmek üzere, Türk üzerine verilmesini kanun haline getirmiştir. Türk üzerine verilmeğe Türk’e vermek de denir. Acemilerin ocağa alınmalarından evvel Anadolu’da Türk çiftçisinin yanına verilerek zirâat işlerinde kullanılmaları ve bu arada Türkçe’yi ve İslâm ahlakını öğrenip benimsemeleri gayesiyle Türk ailelere muvakkaten verilmelerine Türk’e vermek denirdi. Bu kanun, Türk düşmanı diye ifade edilen Fâtih zamanında kanun hükmü haline getirilmiştir. Kanun maddesi şöyledir “24. Ve acemi oğlanının cem olunub bir uğurdan ikişer akçe ile yeniçeri olmak Sultân Murâd Hân zamanında ref olunub birer akçe ulufe ile acemi oğlanı eyledikleri gibi birer akçe ile bir uğurdan acemi oğlanı olmak dahi ref olunub Türk üzerine verilmek dahi Fâtih-i İslâmbol Sultân Muhammed Hân zamanında olmuşdur”. Şu madde daha da enteresandır ve aslından okumak zaruridir “25. Ve olmağa bâis oldur kim, ol zaman kim, saâdetle İslâmbol’u feth eyledikleri zamanda Eğri Kapu[1] kurbünde Tekfur-ı makhûrun sarayına konub Ayasofya Câmi’inin çanların yıkub minârelerin binâ edüb cuma namazına azîmet buyurub geri saraylarına döndüklerinde yeniçeri ocağı yoldaşları Padişah-ı cihân-penâh Hazretlerini selâma durduklarında Padişah-ı âlem-penâh Hazretleri sağına ve soluna selâm vericek içlerinden birisi “Aleyküm’üs-selâm Muhammed Beşe[2]“ dedi. Padişâh dahi Saray’a gelicek ol zamanda Düstur-i azamları olan Mahmûd Paşa’yı davet edüb “Lala! Bu oğlan benim selâmımı aleyküm selâm Muhammed Beşe deyü almakdan murâd nedir? Ve bu nasıl selâm almakdır?” deyicek, Mahmûd Paşa bunların kâfirden müselmân olub ümmî olduklarını ve bunların yanında “Beşe” demekden azîm ta’zîm olmaduğunı bir bir beyân edicek Padişah Hazretleri dahi etti “Lala, dediğin gerçekdir. Amma kaçan bu denlü Türkçe bilmemek ne âlemi vardır? Bunları bari cem eyledikden sonra Türk üzerine verüb Türkçe’yi öğrense ve belâya mutâd olub badehû ulûfeye yazdırub ve badehû kapuya çıkarsalar, dahi sefer-i zafer‑âsâra gönderseler olmaz mı? idi”[3]. Üçüncü olarak, bazı tarih ve fıkıh kitaplarında geçen Etrâk-i bî idrâk yani idrâksiz Türkler ifadesine gelince, bu tabir daha ziyade göçebe halinde yaşayan ve genellikle avamdan olan bazı Türkmenler ile Anadolu’da Şi’anın tahrikiyle isyan eden Celâliler için kullanılmıştır. Nitekim benzeri bir tabir de Ekrâd-ı bî idrâk şeklindedir. Bizce asıl önemli olan, bu tabirin, Anadoluda Celâlî isyanlarını çıkartan ve Osmanlı Devleti’nin ayak bağı bulunan Şii Türkmenler için kullanıldığını gayet açık bir şekilde kanunname metinlerinden anlayabilmemizdir. İbn-i Kemal başta olmak üzere, bütün mu’teber Osmanlı tarihçileri, Osmanlı Devleti’nin yıkımına sebep olan isyancı gruplar için ve özellikle de Şi’î grupları kasdederek, Kızılbaş-ı Evbaş, Etrâk-i Nâ-pâk, Etrâk-i bî idrâk, Ekrâd-ı bî akl u din, cemâ’at-ı kallaş, şeytan kulu, müfsid-i fâsid-i’tikâd ve benzeri tabirleri kullanmaktadırlar. Bununla Türklerin veya Kürtlerin idrâkli veya idrâksiz olanlarının bulunacağını ve isyan eden gruplara bu sıfatın verildiğini hemen anlamak mümkündür. Bu sıfatı bütün bir millet için kullandıklarını söylemek mümkün değildir. Burada şunu ifade edelim ki, Türk milletine düşman olan bir devlet, resmî dilini Türkçe eylemez; topladığı Hıristiyan gençleri, ahlakını ve lisanını öğrenmek üzere Türk ailelere vermez; Sultânu Selâtîn’il-Arab ve’l-Acem ve’t-Türk ünvanını sahiplenmez; ayrıca kanunnamelerinde Türk kelimesini Müslüman ile eş anlamlı olarak kullanmaz[4]. [1] Eğri Kapı Edirne Kapı yakınlarında bir sur kapısıdır. [2] Beşe Paşa kelimesinin muhaffef şeklidir ve daha ziyâde yeniçeriler arasında kullanılır. [3] Türk üzerine vermenin ne demek olduğunu, bu madde en güzel şekilde anlatmaktadır. [4] Fâtih Ceza Kanunnâmesi, md. 15. Bkz. Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, c. I, sh. 349; Yeniçeri Kanunnâmesi, md. 24-30, 37, 38. Bkz. Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, c. IX, sh. 135 vd.; Siyâsetnâme, md. 99. Bkz. Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, c. IV, sh. 163; Dalkıran, Sayın, İbn-i Kemal ve Düşünce Tarihimiz, İstanbul 1997, sh. 57; Bazı farklı yorumlar için bkz. Yılmaz, Mevlüt Uluğtekin, Osmanlı’nın Arka Bahçesi, Ankara 1988, muhtelif yerler; Meram, Padişah Anaları, Muhtelif yerler.
anlam olarak idrakten anlayıştan yoksun türk şanlı, haşmetlu osmanlı devleti döneminde türkleri tanımlayan bir tamlama fetişisti faşolara saygıyla duyrulurayrıca ebleh türk, hödük türk, kaba saba türk gibi versiyonları da vardır. bu kalip naima tarihinde gecer ekradi biinsaf ile birlikte. bkz naima osmanli'ya dair cesitli vesikalarda saray'in ulke topraklarinda yasayan turkler icin bu kelimeyi kullandigi soylenir kisaca aptal turkler demektir. hatirladigim kadariyla yerlesik turklerin gocebe turkmenler icin kullandiklari bir sifattir. ben asikpasazade'de gordugumu hatirliyorum. lakin bu terkibin anlami konusunda bir duzeltme bî-idrak akilsiz turkler'den ziyade idraksiz turkler anlamina gelir. gocebe turkler orneginde gorulebilecegi gibi akli olanin idraki olmayabilir. bu da soyle bir sonuc dogurur. elin "akil"siz gavuru uzayda cay partileri duzenleyecek derecede sicrama yapar, bizimkiler degisen toplumsal ve ekonomik iliskileri algilama/idrak etme guclugu yasadiklari icin hala sadece raki, yeniraki, tekirdag rakisi, yogurt, sekerli yogurt, cikolatali yogurt, ayran, sutas ayran, coban ayran, sek ayran ve turevlerini imal etmekle mesgul olurlar. ha unutmadan, bir de yayik makinesi icat etmisizdir.bkz insanligin hizmetine sunmak bkz kurd i bi merdbkz rus i menhusbkz evbaş ı kızılbaşbkz engurus i bi namusşeklinde devam eden silsilenin bir halkası, osmanlı'da millet sistemi denen şey bu olsa gerek! bilinçsiz türk en büyük dezavantaj türk olmaktır hiç ermeniler, rumlar, araplar vs. milletler için böyle bir söz duymadım, okumadım. bu tamlama aslinda sadece bir millet olarak türkleri kücümsemek amacli söylenegelmemistir. tersine, yönetici feodal sinif kendini yönetilenlerden ayirarak yüceltmek istemis, yani icinden ciktigi yumurtayi begenemez olmustur. ayni mantikla, ikisi de aslen türk olan yavuz sultan selim ile sah ismail caldiran'da kapismadan önce "oglum sana böyle böyle diyorlar!" diyerek atistiklari mektuplarinda yönettikleri ülkelerde yasayan cogunlugun dilini kullanmaktan israrla kacinmislardir. garip bir ironi olarak yavuz sultan selim'in mektuplari farsca iken, sah ismail'in göndermis oldugu mektuplar türkcedir. bu fenomen yalnizca dogu imparatorluklari ile de sinirli degildir 1530-1556 yillari arasinda alman imparatoru olan besinci karl "tanriyla ispanyolca, kadinlarla italyanca, erkeklerle fransizca, beygirimle almanca konusurum" demis, almancayi "kaba", "odunsu" ve "une language a demi-barbare" yari barbar bir dil olarak tanimlayan prusya imparatoru büyük friedrich'i potsdam'daki sarayinda ziyaret eden voltaire kendini fransa'da zannettigini, cünkü herkesin fransizca konustugunu ve saray erkaninin almancayi ancak hizmetciler ve atlar ile konusurken kullandigini yazmistir. kisacasi, bir diger türdesi de obskurantizm olan bu fenomen, askeri, ekonomik veya idari erke sahip bir sinifin anlasilamama yoluyla kendini sinirlar ve siniflar üstü gösterebilme, dolayisiyla da bu erke sahip olmayanlari kücümseme cabasidir; yasamin bir cok alaninda, eskisi kadar olmasa da, degisik bicimlerde hala karsimiza cikmaktadir. erdoğan aydın, milliyet’te yayınlanan bir açıklamasında “yavuz ve kanuni türk’ü aşağılardı” tezini ileri sürdü. osmanlı dönemi eserlerinde “etrakı bi-idrak = akılsız türk” deyimine sıkça rastlandığı bir gerçektir. ancak bunun hangi çerçevede ve kimler için kullanıldığını bilmezseniz aydın’ınkine benzer yanlışlıklara düşersiniz. devşirmelerin yetiştirilmesiyle ilgili kanunnamede açıkça bunların “türk’e verilmesi” zorunluluğu kayıtlıdır. yani türkçeyi, türk kültürünü ve islâmı orada öğrendikten sonra devlet hizmetine alınacaklardır. bu aşağılama değil, yüceltmedir. osmanlı’nın karşı olduğu, hâlâ göçebelikten vazgeçmeyen türkmenlerdir. osmanlı, yerleşiklikle ileri bir uygarlık ve kültür düzenini temsil eder. göçebe ise, zirai üretimi önemsemeyen hattâ tahrip eden yapısıyla geri bir düzeydir. bunu anımsamak gerekli. orhan koloğlu öztürkçesi göbeğini kaşıyan adam olan osmanlıca ifade. ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri takip etmek için giriş yapmalısın.
26 Mart 2012 Pazartesi 030000 Yazımızın başlığında geçen “Etrak-ı bi-İdrak” Akılsız Türk deyimi Osmanlı kaynaklarında ne acıdır ki, Türkler hakkında kullanılır. Osmanlı Devleti her ne kadar bir Türk devleti olarak kurulsa da bir müddet sonra dönme-devşirme kökenli unsurların kontrolüne geçmiştir. Bu kişiler devletin asıl unsuru olan Türkleri hor, hakir görmüş ve aşağılamışlardır. Buna maalesef Osmanlı aydınları da katılmış ve Türk kelimesi bir takım kötü sıfatlarla birlikte anılmıştır. Tarih-i Naima’da Mustafa Naima Efendi Türkler için; Nadan Türk, Etrak-ı bi-İdrak, Çirkin suratlı Türk ve Melun Türk tabirlerini kullanır. Gelibolulu Mustafa Ali Efendi Türkler için; “Köylü,kötü huylu, manav ve kır adamı” der. Eserinde çeşitli milletleri methettikten sonra Türkler için; “Anadolu, Karaman ve Rum ülkesi adlarını alan pasaklılar ülkesi halkı Türkler elbette kır adamıdırlar. Bunlar ararlarında güzel ve sevimli olanı az görülen çeşitli biçimde çirkin kimselerdir” tanımlamasını yapar. Bu örnekleri daha da artırabiliriz örneğin Koçi Bey Risalesi’nde; “Yeniçeri Ocağına kanuna aykırı olarak Türk, Yörük, Çingene, Yahudi, dinsiz, mezhepsiz nice kalleş ve ayyaş şehir oğlanları girdi” derken, Türkleri; Yahudi, Çingene, kalleş, ayyaşlarla bir görür. Bu risale 1631’de padişah IV. Murat’a takdim edilmiştir. Mehmet Halife’nin Tarih-i Gılmani adlı eserinde şu satırlar vardır; ”Bundan sonra İbşir Paşa ile Anadolu’dan gelen bir alay çarıklı Türkler ve kul taifesi çok yüz buldular.” Koca Sekbanbaşı Risalesinde; “İptida Yeniçeri Ocağı yeniden tahrire muhtaçtır,…şimdi Acem bozuntusu, Türkmen hırsızları ve dönme bozmaları ocağa dolmuş ve işbaşına gelmiştir.” Türk’e küfür etme, Türk’ü hakir görme, Türk düşmanlığı kozmopolit Osmanlılık döneminde öyle yarış haline gelmiştir ki kendisi de bir Türk olan Hoca Saadettin Efendi yazmış olduğu Tacü’t Tevarih adlı eserinde; Kavrayışı kıt Türkler, Hilebaz Türk ve Akılsız Türk gibi ifadelerle kendi milletini aşağılamıştır. Hatta “Karakoyunlu Türkmenleri kudurmuş kurtlar gibi çevrede yaşayan halkı dalamaya başlayıp, asıl yaradılışlarının ve yapılarının gereğini ortaya koydular” der. Bu konudaki örnekleri fazla uzatmamak için Ziya GÖKALP’in, Türklüğün Başına Gelenler isimli yazısındaki tespitleri buraya aktarmak istemiyorum. Asıl değinmek istediğim konu başka. 2006/2007 Öğretim Yılında ilimiz Merkez Endüstri Meslek Lisesi’nde görevlendirildim. Bu okulumuzda Atatürk’ün 10. Yıl Nutku’nun asıl metinlerinin fotokopisine rastladım. O güne kadar 10. Yıl Nutku’nun asıl metinlerini görmemiştim, ilk defa gördüm ve benim için bir eksiklik olduğunun da farkına vardım Bu metinleri incelerken şunu gördüm; Atatürk konuşmasını tamamlarken son cümle olarak “Beni Hatırlayınız” yazmış fakat daha sonra bunun üzerini çizerek “Ne mutlu Türk’üm diyene” şeklinde 10. Yıl Nutku’nu tamamlamış. Türkiye Cumhuriyeti Türk kimliği ve Türk kültürü üzerine kurulmuş olup tarihimizde Gök-Türkler’den sonra ikinci defa Türk ismini devlet ismi olarak almıştır. İşte bu tarihsel gerçeğin farkında olan Atatürk yıllarca hor, hakir görülen, aşağılanan Türklüğü yücelmek için “Ne mutlu Türk’üm diyene” cümlesiyle 10. Yıl Nutku’nu tamamlamıştır. Burada acı olan şu ki Türklüğün aşağılanmasını değil yücelişini temsil eden Türkiye Cumhuriyeti’nde 2012 yılında Abant Platform’u toplantılarında Türk kimliği anayasadan çıkarılmaya çalışılıyor. Tarihi tecrübeler göstermiştir ki, bunun ardından, yeniden Türk Milletine hakaret ve aşağılama gelecektir. Yani, Ne Mutlu Türküm Diyene çizgisinden; Etrak-ı bi-İdrak Akılsız Türk, Türkmen-i Napak Kaba Türk, Melun Türk ve Nadan Türk çizgisine gelinecektir. Tarih tekerrürdür hiç ibret alınsaydı tekerrür eder miydi ?
Osmanlı, Türklük, milliyetçilik, çok kültürlülük, çok dillik gibi birçok konu son zamanlarda tartışılmaktadır. Tartışılmaya da devam edecek gibi görünüyor. Osmanlı Devleti, altı yüz yıldan fazla bir süre üç kıtada egemen olan resmi yazışmalarda Türkçenin kullanıldığı, egemen kültürün Türk kültürü olduğu çok uluslu, çok kültürlü, çok milletli bir cihan devletiydi. Bunun yanında farklı anlayışlara, düşüncelere, kültürlere, dillere olabildiğince yaşam hakkı sunan bir devletti. Bugün Saraybosna’dan Kosova’ya, Kosova’dan Halep’e, Şanlıurfa’dan Trablusgarp’a, Edirne’den Batum’a Osmanlı’nın bıraktığı tarihi mirası gördüğümüz zaman Osmanlı’nın yüksek bir kültür, özgün bir dünya görüşü, kendine has bir yaşam stili geliştirdiğine müşahede edebiliyoruz. İstanbul ve Edirne Camii külliyeleri, Saraybosna Hüsrev Bey Camii külliyesi, Konya Karapınar külliyesi, Van’da İshak Paşa külliyesi ve daha birçok eserin Devlet-i Ali Osman’ın uzak köşelerinde aynı anlayışın oluşturduğu özgün mekânlar olduğunu kavrıyorsunuz. Böylece Macaristan’dan Yemen’e, Adriyatik’ten Kafkaslara kadar Osmanlı kültürünün oluşturduğu şaheserlere tanıklık etmiş oluyorsunuz. Bu eserler çok büyük bir coğrafyada, Osmanlı kültürünün halk yaşamını şekillendiren çevrelerdir. Son zamanlarda ortaya atılan ve “Türk ırkı yoktur” anlayışına kadar varan tartışmalar üzerinden bir değerlendirme yapacak olursak Osmanlı Devleti’nde bugünkü anlamda etnik bir milliyetçilikten bahsedilemez. Onun için Osmanlı Devleti’nin herhangi bir etnik yapıyı ön plana çıkarması veya reddetmesi de beklenemez. Diğer taraftan, Osmanlı Devleti’nin Türk kimliğini ön plana çıkarmaması o kimliği, milleti, etnisiteyi yok saydığı anlamına da gelmez. Osmanlı Devleti’nin önem verdiği konuların başında medeni olmak gelir. Onun için kim medeni ve yerleşik hayata geçmiş ise Osmanlı o kimliği yüceltmiş, hangi kimlik asrın gerektiği gibi davranmıyor ve yerleşmemiş ise onu da aşağılamıştır. Bu aşağılanan kimlik Türk, Ermeni, Arap, Kürt, Arnavut olabilir; fark etmez. Bunlardan beklenen imparatorluğun kurallarına uymak ve üretime katılmaktır. Osmanlı Devleti’ni eleştirmek isteyenlerin ağızlarında sakız ettikleri bir şey daha vardır ki, o da dönemin kaynaklarında geçen “Etrâk-ı bî idrâk” idraksız Türk, “eşek Türk” gibi ifadelerdir. Bu tabirler daha ziyade, göçebe halinde yaşayan ve genellikle yerleşik yaşayanlara rahatsızlık veren bazı Türkmenler ile Anadolu’da çeşitli sebepler ile isyan eden Celâliler için kullanılmıştır. Benzer şekilde “Ekrâd-ı bî idrâk” söyleminin “idraksız Kürtler” kullanımı da vardır. Bu ifadelerin salt anlamlarına takılır kalırsak olayı çözmede zorlanırız. Bu ifadelerin geçtiği yerleri ve olayları bir bütün olarak değerlendirmek gerekir. Olayın sebepleri üzerinden giderek kimler için ve ne maksatla söylendiğine bakarsak o zaman daha iyi ve sıhhatli sonuçlara varabiliriz. Bugün aydınlar arasında da yaygın bir görüş, “Osmanlı’nın Türk’ü aşağıladığı” düşüncesidir. Fakat bazı Batı metinlerinde Türk kelimesi ve Türk kültürü Müslümanlık ile eş değer tutulmuştur. Müslüman olan birisine “Türk oldu” dedikleri gibi, Osmanlı’dan bahsederken de “Türkler” demişlerdir. Osmanlı padişahından bahsederken de “büyük Türk” dedikleri çok olmuştur. Onun için Osmanlı’nın Türk’ü aşağıladığı düşüncesi tamamen kasıtlı, kasıtlı değilse bile tamamen tarihten bi-idrak düşüncelerdir. Maksatlı olarak bu şekilde düşünmüyorlar ise tarih bilgisinden yoksun oldukları kesindir. Birçok mu’teber Osmanlı tarihi kaynaklarında Osmanlı Devleti’nin iç düzenini bozan isyancı gruplar için Kızılbaş-ı Evbaş, Etrâk-i Nâ-pâk, Etrâk-i bî idrâk, Ekrâd-ı bî akl u din, cemâ’at-ı kallaş, şeytan kulu, müfsid-i fâsid-i’tikâd ve benzeri tabirleri kullanmıştır. Burada kullanım amacının toplumun huzurunu bozan, devletin güvenliğini tehdit edenler olduğunu anlamak için tarihçi olmaya gerek yoktur. Yoksa tüm bir milleti kastettiğini anlamak çok büyük bir tarihi yanlışlıktır. Tarihi nasıl algılamak istersen o sonucu çıkarabilirsin. Hatta o konuda birkaç belge de bulabilirsin. Onun için istediğin sonuca ulaşmak için değil, hakikate ulaşmak için tarihçilik yapmak gerekir. Tarihten toplumun ne beklediğinden daha ziyade, hakikatin ne olduğu önemlidir. Tarihi olaylar araştırıldıkça ve daha fazla okuma yapıldıkça daha iyi anlaşılır. Zaman içerisinde ortaya çıkan yeni bilgiler, olaylara daha net bakmamıza yardımcı olur. Kendi döneminde anlaşılmayan bazı meseleler daha sonraki dönemlerde daha da netleşebilir. Doğru bilinenlerin yanlış, yanlışların ise doğru oldukları da ortaya çıkar. İşte bu durumla çok fazla karşılaşmamak için tarihsel bakış açınız hakikati ortaya koymak olmalıdır.
etrak ı bi idrak türk